İçimdeki Dr House

29 Aralık 2009 Salı

Ailemde sigara tiryakisi olmayan tek insan benim. Annem 39 yıllık hardcore sigara içicisi, abim, dedem, dayım, teyzem keza öyle. Tahmin edersiniz ki sevgili ailemin en popüler hastalığı maalesef hemoroid değil kanser. Bu sebeple hayatımda birkaç defa gergin biyopsi, tomografi, mr sonucu bekleme süreci geçirdim ki bunların bazılarının sonucu çok boktandı. O bekleyiş insanın ömründen en güzel yılları siler götürür; kör kuyularda merdivensiz bırakır sevgili okur.

Gelgelelim teknolojinin ilerlemesi ve internetin yaygınlaşmasıyla tıbbi kaynaklara ulaşım kolaylaştı. Artık hastalık semptomlarımızı Google’ a yazıp hastalıktan hastalık beğenebiliyoruz hamdolsun. Netekim ben de bu bağlamda ailenin pratisyen hekimi kesildim. Tahlil sonuçlarını tıp sözlüklerinden çevirmek olsun; sağlık sitelerinden doktorlarla yazışmak olsun; abartıp tıp makalelerini okumak olsun; kendimi tıp biliminde adadım. You Tube’dan açık kalp, by pass ameliyatlarını izler; Non Hodgkin Lenfoma vakalarında 30-50 yaş arası erkeklerin sağkalım oranı ile ilgili makaleler okur oldum.

Ancak bazen teşhislerle alakalı sıkıntılar yaşamıyor da değilim. En son kendime okuduğum psikoloji makalelerinden feyz alarak ağır depresyon; anneme internette bulduğum hastaların tomografi sonuçlarını karşılaştırarak akciğer kanseri; birkaç tıp makalesinden anladığım kadarıyla abime de lenfoma teşhisi koydum. Fakat annem ve abim grip olmuş benim de bir bokum yokmuş şükürler olsun.

Yazımı yine tıbbi bir konuda gugıllama yaparken bulduğum; internetten doktora danışma olayının benim gibi bokunu çıkarmış bir insanın sorusuyla bitirmek istiyorum. Böyle bir soruyu internetten sorabildiğine göre iyi niyetli, saf bir insan olduğunu düşünüyorum; umarım amacına ulaşamamıştır:

“Son zamanlarda yaşadıklarımdan ve hayattan bunaldığım için 3 kutu laroxyl (25mg) aldım bugün. Yakın bir zamanda 3 kutu içip intihar etmeyi düşünüyorum //Bu 3 kutu laroxyl ile ölürmüyüm?
Gerçekten bıktım hayattan..”


Aklıma aniden sıraya koyamadığım bir sürü kelimde doldu: Cahillik, yalnızlık, sağlık sistemi, internetten her boka ulaşabilmek, çaresizlik…

Sado Mazo Gelin Ayağına Takar HALHAL

12 Aralık 2009 Cumartesi

Çook çok uzaklardaki erkeg arkadaşım Facebook’ una nedense söyle bir yazı postalamış.

Advantages to Dating a Petroleum Engineer*

They know how to tag bottom
Experienced at horizontal drilling
Not afraid to go back and recomplete
Aware of the complexities of big bore liners
Knowledge of the current stimulation techniques
Can get your highly viscous fluids flowing
Hole maintenance is part of the job
Skilled at running slim hole tools
Certified Blowout Specialist
Know how to nipple up

Artık bana hitaben mi yazdı yoksa listesindeki hatunlara selam mı ediyor bilemiyorum. Neyse prensip olarak aile içi şiddet mevzularına blogumu alet etmiyorum.
Geyik olsun diye altına lan peki bunlardan niye benim haberim yok hesabı bişi yazacakken artık İranlı mıdır Malezyalı mıdır Madagaskarlı mıdır ne bokumsa tesettürlü bi hatun şöyle bir yorum yazmış: “Gonna try to have a date with an engineer to prove that ;)”. Kızım oraya gelir seni memleketine kadar kovalarım sonrada elimlen şeriat mahkemelerine teslim ederim, drilling beklerken kendini sado mazo kırbaçların arasında bulursun. Götlek seni!

*Sevgili bu işlen iştigal etmektedir.

Reklam, Etik ve Dünyanın En Yüzeysel İnsanı

8 Aralık 2009 Salı

Gerçekten kötü bir niyetim yoktu..

Uslu uslu “Reklam ve Etik” konulu ödevim için Google taraması yapıyordum. Haliyle yasaklanmış, dikkat çekici ya da rahatsız edici bir sürü reklama denk geldim. Yaptığım gayet yüzeysel taramaya dayanarak diyebilirim ki sanırım insanları reklamlarda en çok rahatsız eden konu ırk, cinsiyet ayrımcılığı, çocuk sömürüsü, şiddet gibi unsurlardan ziyade müstehçenlik. Yasaklanan reklamların çok büyük bir kısmına baktığımızda bunların çıplaklık, cinsel ilişkiyi gösteren (andıran da diyebiliriz; porno değil neticede) ya da ima eden içeriklere sahip olduğunu görüyoruz, görüyorum. Gördüm yani..
Herneyse! Bu kadar bilim yeter.. İşte ben tamamen böyle ilmi, fenni konulara odaklanmışken orta yaşlı kadınlara yönelik bakım kremleri tanıtımı yapan bir siteyle karşılaştım. İşte resimde gördüğünüz yavruyu, pardon mankeni de orada buldum. Kendini toplumun huzuru ve refahına adamış bir cop olan (polis demek istemiyorum) mankenimiz; isteyene kelepçesini veriyor, isteyene kahve yapıyor. Etik mi değil mi derseniz bilemem ama birhayli eğlenceli bir site olmuş: http://www.bewareofsideeffects.ca/


Hem dedim ya bu henüz “yüzeysel” bir çalışma…

Çapır

1 Aralık 2009 Salı


Bu kadar zamandır nasıl yazmadım bilmiyorum. Ailemizin en renkli kişisinden bahsedicem.
Annanem..
Ciddi anlamda sayko olan, 85 yaşındaki ananem; boş zamanlarında kendince korkunç hikayeler uydurup bunlara inanmakta, üzerimize saldırmakta, anamıza bacımıza sövmekte, gazetelerden dünya turu fiyatlarına bakmakta ve evden kaçmaktadır…
Bu neşeli kişiliğin son günlerinde hayattan tek dileği bir adet motor sahibi olmaktır.
Ciddiyim abi! Öyle mobilet filan değil Chopper istiyor. TV’de Hell’s Angels’ı görünce heyecanlanıyor, beni yanına çağırıp bu motor kaç paradır, ikramiyeli maaşta alır mıyız bundan bir tane gibi fantastik sorular yöneltiyor. Ben de ikramiyesinin motor amaya yetmeyeceğini, velev ki aldık tuvalete zor giden kendisinin hayatta o motorun üzerine tüneyemeyeceğini anlatmaya çalışıyorum fakat izah edemiyorum.
Biraz anlar gibi olunca zaten motoru bizim yüzümüzden alamadığını, bütün parasını yiyip onu “kuru çulda” yatırdığımızı, Allahın mümkünse belamızı vermesini, evinden siktir olup gitmemizi ve acı çekerek ölmemizi istediğini söylüyor…

Çok seviyorum onu!

İkramiyeyi alıp Madagaskar’a kaçmayı planlıyorum….

Reblog this post [with Zemanta]

Kız üniversiteli abi..

18 Kasım 2009 Çarşamba

5posta da Londra'da call girllük yapan bir üniversiteli hatunun blogunun linki vardı en son. Hatun bi süre çalışıp para biriktirip kazandıklarını eğitime yatırmış. Lan nası oluyor da oluyor böyle şeyler diye bi kaç sayfasını okudum blogun. Oluyomuş basbaya. Sonra derin düşüncelere daldım. Lan ben 3 gün parasız kaldığımda maksimum call center da mı çalışsam die düşünürkene elin Londralısı callgirl oluomuş. Acaip şeyler anlatıyor kız, hiç de gocunmuyo, kader kurbanı triplerine girmio. Benim okuduğum yere kadar da bayaa eğlendiğini farkediyorum bu işten. Sonra bir kaç arena programı görüntüsü geliyor gözümün önüne gizli kameraya yakalanmış bir "kadın taciri" pazarlık yapıyor; müşteri taklidi yapan gazeteci kızın nası olduğunu soruyor. Söyle bir yanıt veriyor kadın taciri: "Kız üniversiteli abi!". Demekki üniversiteli, kültürlü kız fenomeni Avrupa'da da revaçta. Lan ben bu arena yüzünden "tacir" sözcüğünü çok fena bişi sanıyodum. Hatta babamın da bir tacir olduğunu öğrenince çok üzülmüştüm. Puşt gibi bişi zannediyodum taciri. Neyse konumuza dönelim.

Lan üniversite mezunu bi kişi neden niye, nası böyle birşey yapar diye düşünürkene şöle bi cümle okudum:

"At university, I studied a wholly academic humanities subject useless to the world at large. Given the choice of prostitution, temping or copywriting - the occupations in London which seem to be constantly hiring - I opted for this. Eventually."

OB masterı yapmakta olan bi kişi olarak bi an tüylerim ürperdi lan! Konfor alanım sarsıldı.. Sonra geçti...

Biz büyüdük ve kirlendi dünya

15 Kasım 2009 Pazar

Kafama takılan bir mevzuu var. Halley hastası bi insanım ben ama şu anda salonumuzdaki sehpanın üstünde 10'lu paketinde duran ve Halley olduğunu iddia eden cisim kesinlikle 6-7 sene evvel yediğim canımın içisi, bebişim bisküvi değil. Tadı bariz bi şekilde değişmiş, ufalmış, paketini yırttığınızda gelen mükemmel beyaz cıvık materyal (marshmallow) kokusu yok.
Buradan Ülker yetkililerine sesleniyorum. Senelerdir ürünlerinizi sağ sermaye, sol sermaye demeden kaypakça tüketen şerefsizin önde gideni hatta bayrak sallayanı bir kişiyim, Halleyimi geri verin lan! Bu Halley filan değil; iki ısırıkta bitiyor, tadı da bir değişik. Hatta geçende yedim Hanımelleri’de bozmuşunuz. Onları da böl ve yönet politikasıyla önce farklı farklı ambalajlarda sattınız; şimdi de kocaman kocaman yapıp dejenere ettiniz. Eski haline çevirin lan çocuklumun püsküütlerini zaten 3-5 tane modeliniz vardı o zaman onları da bozmayın bakın Eti’nin kakaolu püsküütüne bozdu mu hiç kendini senelerdir aynı lezzette. 58 çeşit Biskrem yapçağınıza 3 tane püsküütü adam gibi yapın.
Burda bir sözüm de Mc Donalts a; sen ki bizim ilk göz ağrımızdın…Yazıklar olsun! Bic Mac mi lan o! Boyuta bak, kıç kadar çok afedersin. Ben kanaryama veririm lan onu yesin diye, adam mı kandırıyosunuz. İsyan ettirdiniz sonunda!
Şimdi adam olun! Bu da Ülker ve Mc’ e verdiğim son ayar olsun.
Daaalın şimdi!

İsmayıl


Allahım,
İsmail YK gibi değişik bir insanı bizim millete reva gördüğün için öncelikle çok teşekkürler.
Her şarkısıyla beni şok eden ve robot olduğuna kanaat getirdiğim bu kişinin yeni albümünden bir şarkıyla sizi başbaşa bırakıyorum....

http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/20713/



Zira bunun yapan insan olamaz...

Reblog this post [with Zemanta]
8 Kasım 2009 Pazar

Geçen gün parasızlık yüzünden Küçük Emrah’a bağlamam üzerine sanırım ulu manitu “Cebrail az para göndert şu kazmaya zırlamasın artık” dedi de elime acık pere geçti. İlk önce tabiî ki kontör aldım, sonra bira içtim, yemek yedim sona şarap içtim, yemek yedim. Bu kadar haram prodüksiyona para yatırınca sanırım manitu benden parayı kesebilir. Bu yüzden paramın kalanıyla Malavi’den çocuk evlat edinmeyi düşünüyorum..Sevaptır

70 Kişi Tanıyan İnsan


Feysbuk sayesinde öğrendim ne kadar asosyal bir insan olduğumu. Listesinde 600 adet insan olan kişilere karşılık benim listemde 70 kişi var. 24 yılda 70 adet insan tanıyabilmek başarı mı başarısızlık mı bilemiyorum ama genel olarak nerde çokluk orda bokluk prensibini ilke edinmiş bi kişi olduumdan fena deil bu sayı benim için. Ayrıca da ilkokulda kafama pergel atan ya da ortaokulda yan sıramda osbir çeken kılasmeytimle artık görüşmesekte olur kanımca. Ama yinede

70 az lan...

Bi karar ver

5 Kasım 2009 Perşembe

Makale okumaktan, pozitif korelasyon, regresyon gibi bana Sanskritçe gibi gelen kavramları çözmeye çalışmaktan daraldığım bir anda az gaste okuyayım dedim. Hürriyetin yazarlar listesinde şöyle bi başlık gördüm.
Buradan Sn. Şükrü Bey’e sesleniyorum:

Olmaz lan öyle şey!

Kutluyorum

27 Ekim 2009 Salı

Domuz girbine karşı önlem olarak ülkedeki tek (one and only) domuzu karantina altına alan Afganistan hükümetini kutluyorum...

Para Para Para

24 Ekim 2009 Cumartesi

Çok fakirim lan! Ben fakir olduğum gibi arkadaşlarımın da çok büyük bir kısmı fakir. Hiçbiriyle görüşemiyoruz bu yüzden. Karşılıklı Feysbık’tan birbirimize hindistancevizi ağacıyla tavuk yolluyoruz (paradise island muhabbeti). Eve hapsolduk!
Geçen sene miydi neydi 3 tane sıpa site açmıştı tatile gitmek istiyoruz ama paramız yok bize yardım edin diye. Hacı bizi tatile gönder kampanyası gibi bir şeydi. Bizde mi yapsak ki?
Misal: Sevgili arkadaşlar 20’li yaşlarının başında, gençliğinin baharında 3 sağlıklı genciz. Akranlarımız gibi gezmek, eğlenmek, içmek zıçmak istiyoruz ama paramız yok. Haydi pamuk eller cebe!
Yada şöyle de olabilir: Dün gece çok güzel bir rüya gördüm evin aşşasındaki tekelden 100 kontör almış arkadaşlarımı araya araya otobüs durağına yürüyordum. Azıcık bekledikten sonra taksim otobüsü geldi. Felekten bir gün çalmak için yola koyuldum. Taksim’e vardığımda hepsi benim gibi zengin arklarımla buluşup elbette önce bambi’ye uğradık tam 5’er adet (oha) ıslak hamburger yaratığıyla karnımızı duyurduktan sonra dünyaları içmek ve sapıtmak üzere nevizadeye filan aktık. Uyandığımda bunların hepsinin bir rüya olduğunu fark ettim zira bunların hiçbirini yapacak param yoktu. Hatta parasızlıktan vizyonum da daralmış rüyamda bile kontörlü telefon kullanıp, belediye otobüsüne biniyordum.
Allam nolur ya bizim de paramız olsun artık çek al bizi bu hayattan!
Süphaneke dinimiz amin…

Çok Kısa...

6 Ekim 2009 Salı

Live Era: '87-'93 album coverImage via Wikipedia

-Abi hani Guns'n Roses'ın bi şarkısı vardı ney..?
-Don't cry (lafı ağza tık)
-...Peki

Based on an true story

Reblog this post [with Zemanta]

Depresif Ergen misiniz?


Kimse sizi anlamıyor mu?
Dolabınızın tamamı siyah renkli kıyafetlerden mi oluşuyor?
İçinizden devamlı ağlamak mı geliyor (makyajınız hafif aksın diye)? Sınıfın yağuşuhlu yiğidosunun veya yavrusunun dikkatini çekmek için abartıp çocuğa/kıza intihara eğilimli olduğunuzu mu anlatıyorsunuz?
İçinizde kontrol edemediğiniz bir öfke varmışçasına insanlara çemkirmek hoşunuza mı gidiyor?
Nerde izbe, pislik kafe var oraya takılmayı havalı mı buluyorsunuz?

Bu soruların hepsine evet yanıtı verdiyseniz, kutlarız! Siz de depresif ergensiniz. Dünyanın en özel, en anlaşılmaz, en marjinal, en arıza ama çok zeki, dünyanın ağır yükü altında ezilmiş kişisisiniz. Ödül olarak size boklu konverslerimizin resmini yolluyoruz.
Depresif ergenlik hareketini destekliyor, içinizde hissediyorsanız sizde patlak konverslerinizin resmini çekin bize yollayın.
Dünyanın bütün depresif ergenleri birleşin!
Siyah depresyon hırkalarınızı kuşanın
Saçlarınızı karıştırın, makyajınızı akıtın
Dünyanın en hareketsiz gençlik hareketi başlıyor…..

PiEs: Şu anda Radiohead’den Creep çalıyür biliyor musun?

Kazığın Ucu

5 Ekim 2009 Pazartesi

Uzun zamandır yaptığım master muhabbetlerine ek olarak derslerin başlamasıyla birlikte her hocanın 3'er 5'er kitap ve makale kaktırması sonucunda şunu farkettim ki:

Kazığın sadece ucu sivriymiş gençler...

Cool Dingil

4 Ekim 2009 Pazar

Bugünkü yazımı müsaadenizle şiir formunda yazıcam.

Entellik ne şiir yazmaktır
Ne müze gezmek
Ne de şarap içmek
Amerika'da yaşayan sevdiceğin
Ben strip club a gidicem bebeyim
Demesine
İyi eylenceler hayatım diyebilmektir
Entel olmak

Kendini Cool girlfriend sanmak bedave
Geriye kalan herşey için
Mastırkard

Serbest kafiye oldu...

Entel Olmak Çok Pahalı Vol.2

30 Eylül 2009 Çarşamba

Hamza tabiyatlı bir insan olmama rağmen entel olma çabalarım hızla devam ediyor. Bugün “hep gitmek istenilen ama vakit bulunup gidilemeyen yerler” kontenjanından İstanbul Modern’e gittim sayın okuyucu. Resimler, heykeller ve özellikle de vidyo enstalasyonları beni benden aldı. Tamam o kadar da öküz değilim bir kısmını anladım hatta bayıldığım eserler de oldu ama genel olarak san’attan zerrece anlamadığımı bir kez daha acı bir şekilde tecrübe ettim. Mesela bir vidyoda beyaz zemin üzerinde zıp zıp zıplayan ve blöp blöp sesler çıkaran yeşil bir cisim vardı. Savaşla ilgili olduğu filan yazıyordu açıklamada. O vidyoyla savaşı o kadar çok bağdaştırmak isterdim ki sayın okuyucu bilemessin. Diğer bir vidyoda sanatçı bir odanın içinde her yeri öpüyordu. Bildiğiniz koltuk, parke, kırlent, duvar her şeyi ama..
Bu arada Sarkis’in 11 eylül 2009 – 10 ocak 2010 tarihleri arasında İst Modern’de sergilenecek olan Site isimli sergisine de değinmeden olmaz tabi. Siz hiç kabusunuzun içine girdiniz mi sayın okuyucu? Ben girdim. Bole deli deli resimler, manyak bir ışıklandırma, odacıklarda hört diye karşınıza çıkıveren askıdaki korkunç kıyafetler. Ben hayatımda bu kadar tedirgin olmadım lan! Ama güzel ve farklı, rahatsız edici ama zevkli.
Ancak sadece ben değil sanırım bizim millet genel olarak modern sanattan anlamıyor. Zira müzeyi gezenlerin büyük çoğunluğu yabancıydı. Allahım öyle güzel müze geziyor ki adamlar not alanı mı dersin her resmin önünde 15 dk takılanı mı dersin.
Sonrasında ise artık entelliğin dibine vurup Sıraselviler’de duvarları pespembe disko toplu tarif edecek kelime bulamadığım adını da şu an hatırlamadığım efsane bir mekana gittik. Onu da sonra anlatırım.
İstanbul modern’e gitmek isteyen kişilere tavsiyeler:
- Perşembeleri beleş
- Kafesine paranız yoksa takılmayın. Çok güzel ama çok kazık. Sallama çay 6 lira (Burası İstanbul diyenin ağzını kırarım!). Ha hediye mağazası da pahalı
- Çocuklar için eğitimleri var. Minik yavrularınızı götürün bakın anamız babamız bizi götürmedi biz böyle öküz olduk.
- Eserleri daha iyi algılayabilmek için kafanız güzel gidin (eşeğim lan ben!) ya da gitmeyin ne bileyim.
Son olarak yazımı bir şiirle sonlandırmak istiyorum:
Bugün anladım ki
Ne yaparsan yap
Sanat olabilir
Dilerim ki
Bir gün ben de
Anlarım tüm o
Resim, vidyo ve enstalasyonları

Ha bide arkadaşlarlan karar verdik bizde sanat yapçaz.


Reblog this post [with Zemanta]

Rammstein'e Açık Mektup

27 Eylül 2009 Pazar

Sevgili Till Lindemann ve dahi diğer Rammstein üyeleri,
I hope you are doing well. Geçen gün grup olaraktan geni singılınız Pusi hakkında atıp tuttuğum için çok üzüldüm, onu şeyetmek için bu yazıyı kaleme alıyorum. Efendi gibi oturup şarkılarınızı dinledim ve birbirinden şahane manyaklıklarla bezeli kliplerinizi izledim; bir çoğunu çok sevdim. Ich will, mann gegen mann ve Pussy ekseninde gittiğimizde bir sonraki klipte online olarak adam öldüreceğinizi düşünüyorum, ama olsun. Tek kelime Almanca bilmeden iki gündür evde sizi dinleyip çılgın atıyorum.
Ayrıca Till bebişime 2 çift lafım var. Öncelikle çoh çekici bi insansınız, allah çoluğunuza çocuğunuza bağışlasın. Bunun yanı sıra sanatçı kişiliğinizi de çok beğeniyorum. Tanrıya dublaj hadi abartmayayım ama en azından vokal yapacak bir sese sahipsiniz. Alevli meyve kokteyli tandansındaki sahne şovlarınızla bana ikide bir sigara içerken uyuyakalıp koltuğu, kanepeyi yakan dayımı hatırlatıyorsunuz. Size zamanında sizin oralardan ithal ettiğimiz bir Türk şarkıcı olan Özcan Deniz’den “Derin Duygular Besliyorum Sana Karşı”yı yolluyorum.
I lav remşitayın!
Best regards,
Simen

Simen’in kişisel notu: Boşluktan kafayı yedim, evet!


Reblog this post [with Zemanta]

Entel Olmak Çok Pahalı

23 Eylül 2009 Çarşamba

Kadıköy ve Taksim’de son yıllarda gittikçe çoğalan etnik, otantik entel kıyafetleri satan yerler var. Şalvar gibi ama şalvar olmayan pantolon, elbise görünümlü tulum, alabildiğine mor ve bordo gömlekler, keçeden yapılma toka ve çakma dreadlock filan satan bu mekanlar abidik gubidik kıyafetleri ve marji çalışanlarıyla oldukları kadar kazık fiyatlarıyla da meşurdur. Bugün Kadıköy’de takılırken bu mekanlardan birine girdim; çok afedersiniz skindirik bir şilebezi elbiseyi Levi’s 501 fiyatına kakalamaya çalıştıklarını gördüm. Hala mı lan! Bundan birkaç sene evvel mekanda çalışan rastalı Bob Marley hatuna neden bu kadar pahalıya sattıklarını sormuştum. Beni “Vay öküz” diyen bakışlarıyla süzdükten sonra “Onlar Tibet’te üretiliyoğğ” demişti; Tibet vatandaşıymışçasına.
Velhasıl sevgili okuyucu bu memlekette entel olmak çok zor çok pahalı. Bunun kılığı kıyafeti var, bieanali var, film festivali var, Taksim’de takılması var, entel depresyonu var…Kitaba, müziğe, tütsüye (sandal ağacı mümkünse) hiç gitmiyorum bak! En azından bu mağazalar ucuzlamadan muasır medeniyetler seviyesine ulaşacağımıza inanmıyorum. Entellerimizin Tibet’te okunup üflenmiş bu kıyafetlere ihtiyacı var.

Google Abazanları

20 Eylül 2009 Pazar

Sevgili Google’da “mülakat+fuck” diye arayan Amasyalı arkadaş,
Nasıl bir arayıştasın bilmiyorum, bilmek de istemiyorum açıkçası. Ama hazır bloga girmişsin eli boş göndermek olmaz sana Rammstein’ın konuyla gayet uyumlu olan yepisyeni Pussy isimli eserini yolluyorum, yanlız dikkat et yüksek oranda adult content içerir ananın bacının yanında izlemeyesin. Umarım böylelikle dünyada yalnız olmadığını fark edersin. Bak senin gibi amsalak kazık kadar ağabeyler orta iki ingilizcesiylen ne güzel şarkılar yazıyorlar, ne değişik klipler yapıyorlar. Fakat sakın ha klipteki hatunları görüp Alaman karılardan medet ummayasın zira solist abi “I can’t get laid in Germany” diye veryansın etmekte. Yani Helga’larda da pek iş yok.
Burda sözüm sana solist abi (abi diyorum dikkat edersen klibi görünce çok tırstım çünkü) klibin ortasında bi yerlerde elinde bayrak Görmıniiii diye bağırdığın sahne var ya o nasıl bir milli duygu depreşmesidir, nasıl bir aşkla bayrak sallamaktır ben hiç bir milli maçta böyle bayrak sallayan insan görmedim. Almanya’nın sosisi olsun, sineması olsun tanıttığınız bu güzide paylaşımınız (!) için teşekkürler.

Not: Klibi geç şarkı çok komik lan..


Sonradan konma not: Remzitayn abilerden özür dilerim, çok güzel şarkılarınız da varmış abi sonra dinneyince farkettm. Almanca bilmiyorum ondan şeyedemedim bi anda hay allah! Till bebişime hürmetler. Öptüm hepinizi

Simen


Reblog this post [with Zemanta]

Happy Bayramlar!

19 Eylül 2009 Cumartesi

Ramazan veyahut şeker bayramınız mübarek olsun sayın ve sevgili okur. Kendimizi şekere ve karbonhidrata verdiğimiz bu güzide bayramımızda kimimiz gereksiz akraba ziyaretleri yapıp şeker komasına girecek kimimiz önceden rezervasyonunu yaptırıp güneye inecek birbirinin fotokopisi otellerde öküz gibi yiyip danalar gibi yatacak. Bu noktada “nerde efeem o eski bayramlar” filan geyiği yapardım ama yaşım gereği kendimi bildim bileli bayramlar zaten böyle. Çalışan insanın arife günü sinirli sinirli ev temizliği, iki arada alınan bayram çikolataları ve bayramlıklar, mis gibi uyunası tatil gününün sabahında yapılmaya başlanan zorunlu akraba ziyaretleri, anneyle babanın sizin tarafta çok kaldık bizimkilere ayıp oldu kavgaları, yaban akraba çocukları, sıkan iğrenç yeni ayakkabılar bi harçlık veriyorlardı eskiden onu da 2 sene önce kestiler. Şekeri kurbanı fark etmez benim için bayram iç sıkıcı ve saçma bir ritüel. Ha ne zamanki bizim bayramlarımız bir Rio Karnavalı olsun bir Mardi Gras olsun bu havada geçer o zaman şeker bayramı olur, şeker gibi bayram olur, kividen bile güzel olur!

Birileri gider birileri kalır

14 Eylül 2009 Pazartesi

Google’ dan arama yapan ve buraya yönlenen kişiler genelde 2 konuda bilgi almak istiyor. Yüksek lisans muhabbetleri ve sevgilinin yurtdışına gitmesi. Yüksek lisans konusunda yeterince kafa ütüledim zaten artık yazacak bir şey de kalmadı ama göt gibi arkada kalmak konusunda deneyimliyim. Bu engin bilgi birikimimi siz sevgili blog okuyucularıyla paylaşayım istiyorum. Belki böylecene vatana millete bir faidem dokunur.
Eğer sevdiceğinizi dünyanın bi ucuna master yapmaya, çalışmaya, Erasmus’ a uzun süreli olarak yollayacaksanız bir göz atın aşağıdaki maddelere:
• Manitanız ne kadar zaman için gidecek? 3-5 ay diyeniniz varsa lütfen bi sittrin gidin adamın asabını bozmayın. 5 ay diyo ya! Bak hala! Bir yıl ve üstü ve hatta süresi belirsiz olanlar siz kalın.
• Sype yükleyin, kulaklık mikrofon filan alın adam gibi. Evde diğer kardeşlerle didişmek istemiyorsanız kendinize özel bilgisayar edinin ya da bilgisayarı size daha yakın bir yere taşıyın. Saat farkı varsa aranızda gecenin bir yarısı kardeşinizin odasında rahat konuşup yazışamazsınız.
• Aranızda sağlam (bak gerçekten sağlam diyorum) bir güven ilişkisi yoksa gitmeden bitirin ilişkinizi. Paranoyalarla birbirinize yazık edersiniz.
• İmkanınız varsa gitmeye çalışın, gidecek kadar para bulamıyorsanız en azından para biriktirin bu parayla sevdiceğinizin bilet almasına katkıda bulunabilirsiniz.
• Kendinize yeni meşgaleler bulun, kafanızı dolu tutun.
• Sevgilisi 1 haftalığına filan şehir dışına gidecek diye ağlaşanları dövmeyin. Çok zor biliyorum ama yapmayın.
• Karşınızdaki insan yeni bir ortama adapte olmaya çalışacağı için sizinle ilgilenemeyecek hazır olun. Siz gece 3’e kadar uyumayıp bekleseniz de hep yapacak işleri, gidecek yerleri olacak. Alışın, kendinize ait amaçlar bulun, bişeyler yapın işte lan!
• Boş hayaller kurmayın. Ders notlarınız ortalamaysa, paranız yoksa, yurtdışında iş bulma şansınız yoksa. Kısacası hayatta ortalama bi insansanız onun yanına gitme hayalleri kurmayın. Sonra çok kötü kıç üstü oturursunuz.
• Gittiği için kimseyi suçlamayın.
• İnternette gittiği şehirle ilgili bişiler okuyup ona akıl vermeyin, yaşadığı ortamı sizden daha iyi biliyor.
• Ne kadar internette konuşursanız konuşun sizden uzaklaşacak ister istemez. Olayın bütün zorluğu da burada başlıyor zaten. Bunu bilin peşin peşin. Sonra üzülmeyin. Birşeyler devam ettirmek için buradakinden kat be kat fazla enerji harcamanız lazım. Bu emeği sarf edebilecekseniz, geride kalan olmak çok koyuyo olsa da devam ettirebilecekseniz, değil ikinci onikinci plana atıldığınızı hissetseniz de “bu da geçer” diyebilecekseniz devam edin.

Başka sorusu olan?

Küçük İbo


Hayatta Çaki’den bile korkunç bulduğum tek şey “takım elbise giymiş arabeskçi taklidi yapan erkek çocuğu” dur. Dün çocuklara ruh karartıcı şarkılar söylettikleri bir yetenek yarışmasında gördüm bunlardan bir tanesini. Aynı dakımelbiseli gereksiz ciddi duruş, yapmacık Urfa şivesi, ceketin kollarının azıcık uzun kalması. Sabuha’yı söyledi sanırım. Allahım küçücük bir çocuğun ağlak ağlak Saebuhaa diye bağrındığını düşünebiliyor musunuz? Feci! İbo’nun hala yetişmekte olan nesillerimiz için bir rol model teşkil ettiğini görmek gerçekten hayret verici.
Hamiş: Programdaki bir diğer korkunç unsur ise sunucu Erol Evgin’in peruğudur. Çok sinsi buluyorum kendisini sanki her an düşecek, kayacak da adamcağız rezil olacak diye içten içe geriliyorum. Yazık lan bana yıprandım.
Hamiş2: Bu yazı aslında büyüklerin dünyasına öykünen, çocukluğunu moderniteden dolayı yaşayamayan miniklerimiz filan konulu entel bir yazı olucaktı ama nası bole bişey çıktı anlamadım; kusura bakmayın.

WHY THE FUCK DO YOU HAVE A KID ?

12 Eylül 2009 Cumartesi


Sanırım 5Posta'da linkini görmüştüm bu sitenin. Türkçe meali "ne skime çocuk sahibi oldunuz" olan sitede bazı insanların asla asla ama asla çocuk sahibi olmaması gerektiğini bir kez daha anlıyoruz.

Genel olarak çocuk sevmem. Sanırım sevebileceğim tek yavru kendi prodüksiyonum olacak. Neyse bu kadar çocuk sevmememe karşın sokakta çocuğunu itip kakan, tek kolundan kaldırıp (nası çıkmaz o kol?) sürükleyen, sanki bir aksesuar gibi yanında gezdiren, çocuğunun anlattıklarını bir saniye için bile durup dinlemeyen tipleri görünce içimdeki ayıyı uyandırıp gadanallah diye üstlerine saldırasım geliyor. Hatta bu ve benzeri tipleri kısırlaştırıp üremelerinin önüne geçmek gibi faşizan fikirlerim var.Sanırım asla politikaya atılmamalıyım.

Ot Bok İşleri

8 Eylül 2009 Salı


Boşluktan kendimi dizi ve film izlemeye verdiğimi daha önce belirtmiştim. 2 hafta içerisinde ananla nası tanıştımın, 1 hafta içinde de Weeds’in yayınlanmış tüm bölümlerini izledim (aferin bana!). Weeds’den bahsedicem şimdi. Sanırım Türkiye’de Digiturk kanallarından birinde yayınlanıyor. Zaten işlenen konular itibariyle ulusal kanalların herhangi birinde yayınlanma ihtimali yok. Konu demişken kısaca özet geçiyim. Kahramanımız Nancy kocası ve 2 oğluylan banliyödeki evinde mutlu mesut bir hayat sürerkene kocası ölür; kendisi de çoluğunu çocuğunu ite köpeğe muhtaç etmemek için saçını süpürge ederekten ot satmaya başlar. Evet ot! Yan karakterler olarak nevrotik ve bağımlı bir komşu, komşunun kıçına raket sokulmasından hoşlanan avukat kocası, bu çiftin 10 yaşında lezbiyen olmaya karar veren kızları ve kafası her daim beton gezen bir muhasebeci görmekteyiz. Eve gelip yerleşen eşek sıpası Andy ismli kayınçosunun da diziye katılımıylan beraber olaylar gelişir. Burada Andy karakterini açmak istiyorum. Neşeli Günler’ de Şener Şen’in oyandığı bir kayınbıradır Ziya Karakteri vardı. Onu düşünün şimdi onu binle filan çarpın heh işte bir tane Andy elde etmiş oldunuz. Ama ne yapsa kızamıyoruz bu şerefsize çok sevimli çünkü. Dizi Amerikan ve savaş karşıtı, eşcinsel haklarını savunan falan mesajlar da veriyormuş gibi yapmıyor da değil hani ama bildiğin kara komedi aslında. Otun aslında ne kadar doğal, pardon organik bir uyuşturucu olduğunu defalarca yineleyen prensip sahibi torbacı Nancy ablamız asla koko ya da eroin satmıyor (no kemikıl). Boka bastığı bi durum olursa sorununu karşısındakine vererek çözüyor(savaşma seviş).
Kısacası özetten anlayabileceğiniz gibi (ikiyüzlü) Türk aile yapısına aykırı ve (hala tv programlarını feyz alarak değer yargılarını geliştiren) gençlerimizin gelişimine de zararlı bir unsur teşkil eden bir dizi. Bizim gibi Tarık Akanlı, Ahu Tuğbalı "cıss uyşturucu" konseptli yapımlarla büyümüş bir nesle 2 numara büyük sanırım.Diziyi izlerken aklıma geldi aslında Ahu Tuğba'nın dekolte vererekten "beyağağğz, noolur bi damlacık beyağz" diye kriz geçirdiği sahneler.
PiEs: Nacy yani Mary Louise Parker tahmin edebileceğiniz gibi bu resimdeki hatun. Kendisi 40 küsur yaşında, kolumu kemirmek istiyorum sayın okuyucu, insan mıyım lan ben!.


Reblog this post [with Zemanta]

Yüksek Lisans İşleri

2 Eylül 2009 Çarşamba

Bugün aldığım bir haberle İstanbul Üniversitesi’nde girmiş olduğum mülakattan babayı almış bulunduğumu öğrendim. Yarın Marmara’ya gidip Organisational Behaviour’a kaydımı yaptırıcam. Şu mülakat maceralarımdan çıkardığım yegane sonuç ülkemizde bilim adamı olsun, akademisyen olsun yetişmesinin saçma sapan bir süreç olduğudur. Mesela dün Yıldız Teknik’te yine işletme bölümü için mülakata gittim (henüz sonuçları açıklanmadı 11 Eylül’de açıklanacak) sabah 10’dan akşam 5’e kadar tam 7 saat boyunca mülakat sıramın gelmesini bekledim. Hava yağmurlu olduğu için yolda baya ıslandım, beklediğimiz fakültede oturacak fazla yerler yoktu uzunca bir süre ayakta kaldım. Zaten bir süre sonra da mülakat filan anlamını yitirdi gözümde, biran önce her şeyin bitmesini; sıcak kuru evimde uzanıp çay içmeyi istedim. Sonra çevreme baktım bu insanların bir kısmı ilerde üst düzey yönetici, akademisyen filan olacak, bazıları resmi görevlere atanacak. Herhangi birisi değil bunlar 4 sene bir üniversite de okumuş daha da üzerine okumak isteyen adamlar; ülkeye kaçak girmeye çalışan mülteciler değil! Sıram geldiğinde bana babamın ne iş yaptığını sordular….neden diplomat olmadığımı sordular. Çok kolay bir şeydir zaten diplomat olmak; gidersiniz dış işleri bakanlığına “ben uluslarrasssı ilişkiler okudum yapın beni bi forın ofisır” dersiniz. Onlar da “Oooo Simen Hanım bizde sizin mezun olmanızı bekliyorduk, hemen yarın Zürih’te maslahatgüzar olarak görevinize başlayabilirsiniz. Kusura bakmayın başkonsolosluk vericektik ama bir yoğunluk var bu aralar ama sizi en kısa sürede New York’a aticaz zaten siz burada az takılın.” derler. “Bu muydu lan?” dedim. İşte güzel memleketimin ilerdeki bilim adam ve kadınları böyle elit eleminasyonlardan geçiriliyor.
Ben giremedim diye bok atıyorum gibi oldu ama doldum artık. 3 okulda mülakata girdim çeşit çeşit adamın karşısına çıktım. Artık kendimi PopStar’a çıkan tipler gibi hissediyorum. Beynim karşımdakini memnun etmeye çalışan orospu bir yazılımla çalışmaya başladı. Acaba ne desem beni beğenirler? Ne desem hoşlarına gider? Benden istedikleri cevap ne? ” Evet sayın jüri üyeleri allah kahretsin ki uluslarassı ilişkiler gibi dandirik bir bölümden mezun oldum. Bu eksiğimi hemen fark edip işletmeye yöneldim. Zaten ezelden beri işletmeci olmak istemişimdir. Ama zannetmeyin ki ben sadece kariyerime bir artı olsun diye yüksek lisans yapmayı istiyorum. Akademik olarak da gelişicem ben hem ordinaryus profesör, hem Koç Holding’e genel müdür olucam. İngilizcem Harlem’de torbacı, Rusçam Kiev’de dilenci olacak seviyede. Bu arada zahmet etmeyin ben eğildim ayakkabılarınızı yalamaya başladım bile.”
Ben sadece yüksek lisans yapmak istemiştim. Bunun için ALES, KPDS gibi sınavlara girdim, gereken süreler içerisinde başvurumu yaptım, gereken başvuru ücretlerini yatırdım. İstenilen zamanda istenilen yerde oldum, mülakatlarda resmi giyindim, şirin ve sıcakkanlı oldum ama bazı şeyleri istemek ya da çok istemek yeterli olmuyor bazen.


Reblog this post [with Zemanta]

Yeme İçme Olayları

28 Ağustos 2009 Cuma

Değişik restoranlarda zıkkımlanmayı seven bir kişiyim ben. Merak ettiğim bir yer varsa yemez içmez para biriktiririm oraya gitmek için. Bugün bir arkadaşım benden birkaç restoran tavsiye etmemi istedi. Aşağıdaki listede yemekten sonra pantolonumun üst düğmesini açmak zorunda kaldığım mekanların adını görebilirsiniz. Tamamen lezzet odaklı bir listedir.Eşiyle gideceği bir yerler aradığı için sadece restoranları yazdım; büfe, seyyar satıcı ve kahvaltı olayına hiç girmedim. Bu sebeple bir liste daha yaparsam adı “pislik ve lezzetin doğru orantılı olduğu yerler” olacak.

-Adana Kazancılar (http://www.adanakazancilar.com) Adanası süper, gerçekten süper!
-Ranchero (http://www.ranchero.com.tr/) Metata yiyin, nachos ları da mükemmel
-Göztepe Et Lokantası (http://www.goztepeetlokantasi.com) Fix menüleri var özel günlerde tercih edebilirsiniz.
-Il Padrino (http://www.ilpadrino.com.tr/restaurant.html) Sarımsaklı ekmekleri güzeldi
-Go Mongo (http://www.gomongo.com.tr) Değişik burası, gidince anlarsınız 
-Hacı Abdullah (http://www.haciabdullah.com.tr) Beğendili kebap ve ayva tatlısı
-El Torito (http://www.eltorito.com.tr/) Combo tabakları güzel, her şeyden tadabilirsiniz hatta iki kişi filan doyar o tabaklarla- tabi ufaltmadılarsa
-Et’n More (http://www.etandmore.com/) haftasonu gitmeyin, gerçekten gitmeyin
-Chilli’s (http://www.chilis.com.tr/) Burger ve steakleri muazzam
-Sait İskender (http://www.saitiskender.com.tr/) İskender ve dondurmalı irmik helvası
-Kanaat (www.kanaatlokantasi.com.tr/) Yapsrak sarma ve ayva tatlısı (evet ayva tatlısı seviyorum ben)
-Çiya (http://www.ciya.com.tr/) Falafeli ve kabak tatlısını deneyin
-Casa di Moda (bunun sitesi yok sanırım)
-Günaydın (http://www.gunaydinet.com/tr/subeler.php?sube=s12) İstinye Park’daki steak house olan,
Hamiş: Burjuva değilim ben, oburum… Böyle böyle dobalak oldum zati….Ayrıca işsizim ve param yok
Hanimiş: Unuttuğum yerler olabilir, ilk aklıma gelenleri yazdım hak geçmesin

Bir Mülakat Macerası Daha

26 Ağustos 2009 Çarşamba


Bugün İstanbul Üniversitesi Mülakat’ındaydım. Mülakat yazılarını benden sonra yüksek lisans için hazırlanacak kişilere faydalı olur diye yazıyorum. Çünkü mülakatlara hazırlanırken birkaç blog ya da site haricinde bilgi alabileceğim pek bir şey bulamadım.
Sabahın kör vakti yollara düştük zira bizim oralardan Beyazıt’a gitmek için 3 vasıta değiştirmek gerekiyor. Neyse İÜ mezunu olmama rağmen mülakatın yapılacağı sınıfı bulmam bir hayli zaman aldı. Bu arada “işletme” bölümüne başvuruyorum (Allahım napıyorum ben ya! Ben ancak telefonda işletme yapabilirim, neyime benim işletme). Mülakatın yapılacağı odanın kapısında arasında amcalar ve teyzeler de olan takım elbiseli bir tomar insan toplaşmış birbirini itiştirerek bir kağıda bakıyorlardı. İçimdeki beyaz kıvırcık tüylü koyunu dinleyerek listeye yöneldim. 50 x 50 ebatlarında 4 adet kağıttan oluşan listelerde yaklaşık 3000 kişi filan vardı. Sonra kafamı kaldırdım listenin başındaki “özel hukuk” yazısını fark ettim. Toplasan bir Pers ordusu edebilecek kadar avukatı arkamda bırakıp bir üst kata seyirttim. İşletme bölümünün kapısının önünde 37 kişilik makul bir listeylen karşılaştım.
Buradan öncelikle mülakata benden önce giren ve “içeride ne sordular” sorumu duymazlıktan gelerek cevapsız bırakan insan profiline sesleniyorum: Kör kuyularda merdivensiz kalın inşallah! Adamlardaki tribi görsen sanki Britney Spears gece klübünden çıkıyor bende sefil bir paparazziyim aşk hayatıyla alakalı saçma sorular soruyorum; o da beni yanıtsız bırakıyor. Tavır aynen bu! Neyse mülakata dönelim içeride” Niye yüksek lisans yapmak istiyorsun” diye sordular. Kendimce cevaplar saçmaladım. Hatta baya saçmaladım. “Başka bölüme başvurdun mu?” diye sordular . Zerrece utanmadan “Hayır” dedim. Teşekkür ettiler. Rica ettim. Sonra çıktım. Bu kadar toplasan belki 5 dakika sürmeyecek bir görüşme için kasmışım. Neyse 28’inde açıklamayı planlıyorlarmış. Hadi bakalım.

Ve sonrası..
Ekürim Gözde insanı ile Kadıköy’e gidiş; yemek yiyiş üstüne kahve içerken “Lan birilerini çağıralım çok güzel oldu böyle” diyip insanları arayış…Herkesin işte ya da işinin olması. Çok yalnız olduğumuzu fark edip eve dönüş…Ühü!

Yok lan çok üzülmedik ama asosyaliz galiba biraz.

Reblog this post [with Zemanta]

Sinema Saati

22 Ağustos 2009 Cumartesi
İşsiz güçsüz bir kişilik olduğumdan sebep dana gibi yatıp bol bol film seyrediyorum. Şunu anladım ki sevgili okur ben sinemadan zerrece anlamıyormuşum. Mesela en son izlediğim birkaç film hakkındaki görüşlerimi sizinle burada paylaşmak istiyorum. Gördüğünüz gibi diyet tavsiyeleri, gezi yazıları ve gündelik haberlerden sonra siz sevgili okurlarıma sinema eleştirisi de yapmaya başladım.

İlk filimimiz Sleuth: Jude Law oynuyor. Bu kadar. Şaka şaka Jude Law bide Michael Caine oynuyor. Sadece iki oyuncusu var ve devamlı konuşuyorlar. Filmin bir yerinde konuşmaları takip etmekten yoruldum Jude bebişimi izledim. Jude konuştu konuştu, Michael emmi konuştu uzun monologlar ve diyalogların sonuna doğru azıcık uyumuşum…Sonra uyandım canım dondurma çekti…Böyle bir filimdi yani.

İkinci filmimiz Into The Wild: Sean Penn’in gerçek bir hayat hikayesinden senaryolaştırdığı bu güzide yapım Imdb’den 8,2 almış. Kahramanımız Chris yeni mezun bir kişidir. Stanford’dan kabulünü aldığı gün eğitim masraflarının tamamı babası tarafından karşılanan ve altına araba çekilen film festivali enteli duyarlılığına sahip Chris kardeşimiz “Lan bana niye araba aldınız, paranızı materyaliniz de istemiyorum. Afrika’da insanlar aj, savaş var” filan diye tripler atıp, annesinin “oğlum yavreem yapma babana karşı gelme” diye yalvarmalarına kendince çok felsefik yanıtlar vererek ortadan kaybolur. Üniversite için ayrılan parayı bağışlar, cebindeki banknotları yakar (yaktı lan caanım dolarları!). Ske sürülecek aklı olmayan kahramanımızın tek amacı Aleaska’ya gitmek, orada doğayla bütünleşmektir. Film boyunca o kadar Aleaska (Bkz:Alaska’nın Amarigan aksanında telaffuzu) ismini duyarız ki artık bir noktadan sonra her duyuşumuzda asabımız bozulur gülmeye başlarız. Film özünde kendi küçücük sorunlarını aşmaya çalışmaktansa kaçıp gitmeyi tercih eden ve yollarda sefil olan modern dallamanın hikayesidir. Şimdi elin Amerikalısı bole bir maceraya atılsa “hippi” olur, “ free spirit” olur; aynı olayı Türk bir adam yapsa gazetelere “genç cinnet geçirdi”, “evden kaçan gencin ailesi yasta” gibi haberler çıkar bir ay sonra da her şey unutulur, filmi filan çekilmez “meczup olmuş çocuk” der geçerdik. Kahramanımız yolculuğu boyunca parasız kalır, aj kalır, dayak yer, sürünür ama bir kere olsun anasını babasını aramaz “ben iyiyim merak etmeyin, takılıyorum” demez. Dağ görür, taş görür şaşırır gerizekalı. Hatta taş gibi bi hatun bulur onunla da sevişmez. Bole kafası kırılası moron bi kişidir Chris. Sinirlendim lan! Öteki filme geçelim.

Bed Time Stories: Adam Sandler filmi bu. Konusunu bile yazmıyorum çünkü ilk 10 dakikadan sonra sonunu tahmin edebildiğiniz mutlu sonlu, Amerikan komedisi. Bir Adam Sandler klasiği olarak yan rollerden birinde Rob Schneider’ı görüyoruz. Gariban gibi figüranlık yapmasın Ron Şınaydır, kendi filmlerini çeksin, kendisi Adam Sanler’dan filan kat kat daha komik. Boş vaktiniz varsa izleyin, komedi filmi işte.


The Existenz: Filmin baş rol oyuncusu “Judge Law” . Kapakta öyle yazıyor. İlk önce baş rol oyuncusunun Jude Law hayranı bir porno yıldızı olduğunu düşündüm ama Jude Law’mış. Film hakkında çok derin bir açıklama yapamayacağım 15. Dakikasından sonra uykum geldi. Birde bağırsağa benzeyen oyun konsolu vardı. Tiskindim aletten lan, kordonu böyle doğum kordonu gibi öyk!



İşte son zamanlarda hayatımın çok değerli birkaç saatini izlemekle geçirdiğim filimler bunlar. Hoşuma gitti yav film eleştirisi yapmak! Yazının başında da belirttiğim gibi ben sinemadan zerrece anlamıyormuşum. Çünkü benim yaptığım yorumlar üzerine forumlardaki diğer eleştirileri okuduğunuzda aslında bu filmlerden bir halt anlamadığımı, izlediğim eserlerin bir çoğunun türünün tek örneği filan olduğunu okuyacaksınız. Sanırım yeteri kadar entel değilim ben, Üç Maymun’da da uyumuştum zaten..Gideyim “50 First Dates”’i tekrar izleyeyeyim. Sıkıcı değil o...

Reblog this post [with Zemanta]

Büyük Lokma Ye....

20 Ağustos 2009 Perşembe

Feysbuk'a foroğraf yükleyenlere tırı vırı ettikten 2 gün sonra feysbukta 2 dene albüm yaptım. Pişman deilim. Sadece eşşeğim ben.Hehehe

Ama güzel bişiymiş lan! Altına yorum filan yazıyo insanlar. Bir an için selebiriti oldum, pazar keyfine çıktım zannediyosun. Belki 15 değil ama 5 dakkalığına şöhret oldum lan :D Şaka şaka olmadım dur bi kaç tane de lise fotosu eklicem, sanırım durduramıyorum kendimi.
Kişisel not: Şişman olanları eklemeyeyim, zayıf ve karizmatik olanları ekleyeyim...evet.

Evde Tek Başına

18 Ağustos 2009 Salı

Anamlar beni bırakıp yazlığa gettiler. Evde yapayalnızım sevgili okur. Tüm arkadaşlarım işinde gücünde olduğu için gündüzlerimi çoğunlukla tavana bakarak değerlendiriyorum. 12-1 gibi uyanıp spora gidiyorum. Sonra gelip yemek yapıyorum, yemek yaparken sanki bir yemek programındaymışımcasına tarifler veriyorum, kendi kendime şakalar espriler yapıyorum.
“Yemek pişirirken mutlaka yakınınızda sıcak su bulundurmaya çalışın, bu arada bu yemeğimizde soğanı çiğden koyuyoruz kavurmuyoruz..”
Akşamüstü bir arkadaşımı filan arıyorum akşam gelip kalması için gelirse akşamları muhabbet edip “Yemekteyiz”i izliyoruz.
Tüm bunların dışında kalan zamanımda “duruyorum”. Eşşek gibi çalışarak geçirdiğim bir yılın neticesinde geldiğim bu durumdan azıcık zevk alsam da içten içe kendimi sıkıcı ve işe yaramaz hissediyorum. Ha bi de milletin feysbuktaki fotoğraflarına bakıyorum. Tatile gidenler, doğumgününü kutlayanlar, İstanbul’un hiç gitmediğim yerlerini gezenler. Onlara kısaca “yaşayanlar” diyoruz. En sevdiğim yaşayan feysbuk profilleri yaklaşık 30 tane albümü 30000 tane fotoğrafı olan profiller. “lise mezuniyeti”, “ilkokul “, ”Ercan düğün”, “kardeşimin sünneti” isimli albümler beni saatlerce oyalıyor. Lan albüm diyince eskiden de ansiklopedi okurdum bole saatlerce o geldi aklıma (kaplanı oku, ordan kaplumbağaya geç, kapan modellerine bak böyle giderdi bu). Neyse teşekkürler hayatının her milisaniyesini feysbukta paylaşan topluluk, hayatıma anlam kattınız.
Evet sıkıcı lan benim hayatım. Hatta eğlenmek neydi onu bile unuttum. Evde karılı kızlı parti vermeyi düşündük ama gelecek katılımcı kişi sayısı 5 i bulamadığından 1 şişe votka alıp içme kararı aldık. Bunu da bulamayanlar var. Ya votka da olmasaydı?
PiEs: Komikli olmuyo son zamanlarda yazılar pek. Kusura kalmayın.

Bye Bye Love..........

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Bye byeImage by -Ant via Flickr

Uykum var. Sevgilimi Amariga'ya gitmek üzere sabahın köründe yolcu ettik...Kendisi bu sefer bayaa uzun kalacak. Bu sebeblen:

Bye bye, love.
Bye bye, happiness.
Hello, loneliness.
I think i'm a-gonna cry





Reblog this post [with Zemanta]

Being Torpah Ağa

10 Ağustos 2009 Pazartesi
Evet kendini genç hissedenler. Yaşınız 70 ve üzeri mi? Liseli küçük kızları gördüğünüzde içiniz pır pır ediyor mu? Bi bok yiyemeyeceğinizi bilseniz bile iğrenç fenteziler kuruyor musunuz? Bok gibi paranız, boyunuzca çocuklarınız var mı? Bu sorulara evet cevabını veriyorsanız, Torpah Ağa'nın taktiklerine kulak verin.

-Küçük bir kız alınır (mümkünse ole çok okumuş çok yazmış olmasın, ole aşırı güzel de olmasın, fazla göze batmasın). Ha "alınır" derken paray..öhö yani "ailesinin onayıyla" alın.
- Kıza ewlenmeden önce ona ne kadar para verebileceğinizi mutlaka gösterin. Evlendikten sonra da para verin, bolca para verin..
-Olayı çevrenizde acayip bulanlar olacaktır.Bi kaç yawşak gazeteciye röpotaj verin. Olayı sizin ağzınızdan dinlemeleri gerektiğini söyleyin. Onlar sizi yeteri kadar yağlar.
-Herkese bu olayın gayet normal olduğunu anlatın. Hatta olayın normalliğini vurgulamak için mümkünse ergenlik çağındaki bir torununuzu asker arkadaşınızla nişanlayın.
-Kutsal kitaplardan örnkler verin. Kuran deyin, peygamber efendimiz deyin, dinimiz amin deyin.
-Kendi reklamınızı yapmayı unutmayın. Netçede sizde bir irgengsiniz. Pipinizi anlatın, nası güçlü olduğundan bahsedin. İsterseniz bi atı bile zikebileceğinizi anlatın. Bunun size verilmiş bir ayrıcalık olduğundan dem vurun. Özel olduğunuzu vurgulayın. Hem böylelikle diğer hatunlara da kendinizi pazarlamış olursunuz. Onlarda bu doğaüstü pipiden nasiplerini almak için size 2.,3. ve 4. karı olmak için sıraya geçerler, yedek klübesinden isterik çığlıklar atarlar.
-Kızın rızasından bahsedin aslında reşit gibi de ama değil gibi de filan diye saçmalayın.

Şimdi kaptınız mı taktikleri? Haydi amcalar, dedeler lise önlerine..Kalp ilaçlarınızı almayı unutmayın. Ya da unutun almayın müsait bi yerde ölün lan! Çükünüzü de ölünce pamuk diye götünüze soksunlar. Anca diner doymaz iştahınız!..

Merak ne güzel şey...


Bu resimde görmüş olduğunuz Kevin Bacon-David Bowie kırması abi Gary McKinnon İskoç bir bilgisayar sistemleri uzmanı. Aslında okulla arası pek eyi değilmiş 17 yaşında okulu bırakıp berberlik yapmaya başlamış. Fekat sonradan tamamen arkadaş gazına gelip bilgisayar eğitimlerine filan katılan McKinnon sonunda Londra'da bir şirkette yönetici olmuş. Buraya kadar bir başarı hikayesi diyebiliriz. Hatta bırava Gericiim diyorum buradan kendisine. Fakat bu geri kısa sürede ilgisini bilgisayar sistemlerinin açıklarına çevirmiş. UFO'larla alakalı bilgilere bakacam diye ABD'nin top secret dosyalarını hacklemiş ve dünyanın en muazzam hackerlık eylemini gerçekleştirmiş...ABD'de cezası müabbet hapis ve 2 milyon dolar da tazminat. İşin en kötü tarafı Brityanya bu dallamayı ABD'ye iade etmeyi kabul etti.

Aklıma takılan ilk şey "lan bu kadar kolay mı bu sistemleri kırmak?". Ki herif dikkatınızı çekerim öyle bilgisayar mühendisi, yazılım bilmemnesi filan değil. Sonadan birkaç yerde eğitim almış. Bu durumda msn history nizi okumaya and içmiş abiniz, şirketlerde mesaisini milletin hangi sitelere girdiğini öğrenmeye adamış bilgi işlemciler filan Pentagon'u patlatabilir rahatlıkla.

Öteyandan şimdi bu gariban hayatına beberlik yaparak devam etseydi ne olurdu. Huzurlu, mutlu bi hayatı olurdu. Akşam çıkardı işinden giderdi pabına, bi kazma diş ingiliz hatun bulur ona takılırdı. Ha komşuları röntler miydi? Elbette..Çünkü merak damarlarına işlemiş pezevengin.Hatta yan daireye steteskop dayayıp dinnerdi bile. Buradan Geri nin kankalarına da seslenmek istiyorum.. Yaktınız lan çocuğun başını. Bırakaydınız kendi san'atıylan uraşsaydı.

Olmaz ya bu McKinnon şartlı veya erken tahliye olursa, süikasta filan da uğramazsa açıklar mı incelediği dosyaları?...

Bu haberden neler öğrendik peki?
-Arkadaş gazına gelmeyeceksin!
-İnsanın başına ne gelirse ya meraktan ya da meraktan gelir.
-UFO'lara filan fazla takılma bak Amarıga 2 dakkada harcar adamın geleceğini.

Reblog this post [with Zemanta]

All is full of love

31 Temmuz 2009 Cuma

“All Is Full of Love” coverImage via Wikipedia

Benim az işim war...
Siz bunu dinneyin...
Ben gelicem....
http://video.google.com/videoplay?docid=-1025673033973591170

Reblog this post [with Zemanta]

Damacana vs Kadın

24 Temmuz 2009 Cuma

Geçtiğimiz günlerde Bursa’da su taşıyan bir canlının asansörde boş damacanayla fiil-i zina halinde yakalandığı haberini aldık. Sözkonusu canlının damacanalarla olan ilişkisinin uzun zamandır sürüyormuş. Öncelikle buradan Bursalı kardeşlerime afiyet olsun diyor, kendilerine kuvvetli bir ağız gargarası almalarını öneriyorum. Zira ben Bursalı olsaydım alırdım. Bloglar, forumlar, haber sitelerinde bu davranış topa tutulmuş. Evet hijyen açısından iğrenç bir durum ama neden olmasın ki? Netçede şişme kadınlarda delikli plastik değil mi? Hatta bir damacananın bazı durumlarda kadınlardan daha bile cazip olduğunu düşünebiliriz. Mesela:
-Damacanalar kapris yapmaz; başı ağrımaz; dırdır etmez.
-Seviştikten sonra sarılmanızı, muhabbet etmenizi filan istemez.
-İlgi beklemez (Berkecaaan sen benimlen ilgilenmiosuan tarzı feveranları olmaz)
-Damacanaların ağabeyleri ya da babaları yoktur.
-Damacanayla aynı eve çıkabilirsiniz. Tatile çıkmanız biraz garip olur ama…
-İsterseniz koruyucu mavi bantı çıkarmadan sevişerek “bakire damacana fentezisi” yapabilirsiniz.
-Damacanaların bekaret takıntısı da yoktur zaten. Kenardan açmalı kapağı plöp die açıp kansız, acısız olayı bitirebilirsiniz.
-Hamile kalma ihtimali yoktur. Kondomsuz, kabuksuz seks yapabilirsiniz.
-İsterseniz üstüne oturmak suretiyle aktif olarak da kullanabilirsiniz (loud & proud gay arkadaşlarımızı ve bayanları da unutmadık)
-Sıkılırsanız vazo olarak da kullanabilirsiniz.
Zaten yüzyıllardır kadınlarına bir cisim ya da mal muamelesi yapmış bir kültür ve coğrafyanın insanı olduğum için yadırgamıyorum erkeklerin de “cisimsevici” olmasını.
Hamiş: Sonraki yazı:- Metrobüs ve vitrin mankenisevicilik
-10 adımda fuckbuddy nize balans ayarı yapın, lastiklerini değiştirin.
Daha gider bu….

Bütün Kızlar Otlandık Otlandık Otlandık

21 Temmuz 2009 Salı

İstanbul’da beceremediğim diyet işini burada halletmeye çalışıyorum. Malum bir Ege beldesinde bulunduğumdan her tür saçma sapan ot çeşidine ulaşımım gayet rahat. Geldiğimden beri çeşitli ot yemekleri, ızgara et, diyet peynir ve salata yiyerek yaşıyorum. Tabi buna yaşamak denirse. Lan tatile çıktığımdan beri bir top yalamuk (dondurma oluyor kendisi) yemişliğim bir bira içmişliğim yok. Ha bun a rağmen pek de bir yol alamadım ya neyse.
Öteyandan diyet aşkıyla ailemi de telef ettim. Hepsine kendi yediğim diyet yemeklerden yediriyorum; sabahın 7’sinde uyandırıp yürüyüşe çıkartıyorum. Geçen gün nenemi anneme beni İstanbul’a geri yollaması için emekli maaşından rüşvet teklif ederken yakaladım. Dayım eve beni alacaklarına bir adet montofon ineği alsalar en azından etinden sütünden yararlanacaklarını yüzüme haykırmakta bir sakınca görmedi.
Bana gelince…Açım lan! Çok açım….Kilo da veremiyorum.
Deniz börülcesi, kepek ekmeği, layt beyaz peynir, bilimum otlar ve sebzeler hepinizden nefret ediyorum! Çıkın lan hayatımdan.

Ühü! gideyim ben bir şeftali yiyeyim ara öğünüm geldi.


Reblog this post [with Zemanta]